Ahenk
Hafif bir esinti bedenimi usulca sarmakta. Gökyüzü alabildiğine zifiri karanlık. Bir şamdan ateşe
bürünürken gözlerime aydınlık kırıntıları hücum ediyor. Gözlerimi alamıyorum.
Zihnim derin bir sükûnet ararken gecenin bu sessizliğinde onca bilinmezlik nasıl olur da beni bulur. Bu
düşünceler zihnimden geçerken bir zamanlar yaşadığım onca hayal kırıklıklarım varlık buluyor şu zayıf
dünyamda. Vakit gecenin koynunda uykuya koyulurken çığlıklarıma sağır sanki. Bir bebek ağlaması
tutuyor yüreğimi. Mana verilmeyen onca şey gibi hüznüm. Anne şefkatine muhabbet hissediyordum şu
yalnız ruhumla. Gariplik anca bu şekilde son bulurdu.
Binaların soluk yüzlerini seyre dururken onların mutsuz oluşlarına şahit oluyordum. Yüzlerinden düşen
bin parça misali. Ruhunda epey bir donukluk var olmuştu. İçlerinde var olan onca canlı bedenlerin de
binalardan pek de bir farkı yok gibi görünüyor. Haykırmak istiyorum yüzlerine her birinin, sormak
istiyorum bu donuk yüzlerinde barınan korkunun sebebini, ne oldu size varlık abidleri?
Sokakta, bir evin hemen önünde yere uzanmış köpeğin uykusundan uyanışına şahit oldum, korkmuştu
sanırım, o mamur gözlerinde bunu görmüştüm. Sonra usulca tekrardan başını yere uzattı ve hiçbir şey
olmamışçasına uykusuna devam etmeyi yeğliyor.
Oracıkta zihnime bir düşünce yapıştı. Böylesine yalnız bir varlık oluşum, sessiz bir şekilde çırpınışlarımı
saklama gayretimi ortaya çıkarıyordu.
Güneş olabildiğince saf ve içtenlikle yeryüzünü ısıtırken yatağında usulca kalkmayı bekleyen yaşlı bir
insanın mutluluğuyla bakabilmeli ruhum hayata. Çırpınışları pek bir anlam ifade etmesini beklemediğimiz
insan figürleri de epey bir çoğunlukta bu devirde. Kendini en izbe köşede ağırlayacak kadar düşkün bir
zihnin, en içten bir duyguyla sükûnete bürünmesi ayrı bir güzellik sanırım.
Ağaç dallarının amansız bir mücadelesine şahit oluyorum ikindi vakti. Zihnimin durduğunu, gözlerimin
ise bir noktada öylece bakakaldığının farkına varabilmek için bir süre geçmeliymiş. Karalama defterim
epey bir siyaha bürünmüş, onlarca yazılmış ve silinmiş kelimeler çöplüğü gibiydi.
Çatılı evlerin pencereleri, ağustos günlerinde epey bir misafirlik seyrine doyar bu semtte. Pencereden
pencereye yapılan sohbetlerin sonu gelmez bir türlü. Bir de bakmışsın ki gün ilerlemiş ve sen hiçbir şey
yapmadığının farkına, uzun bir aradan sonra ulaşırsın.
Gün batıyor, Mehlîka; bulutlar ve gökyüzü eşsiz bir ahenkte. Düşünmeye koyulduğum her bir vakit, idam
sehpama bir adım daha yaklaştığımı haykırmakta. Ölümlü bir evrenin ölümlü gerçekleriyle her an
yüz yüze gelmek, çoğu zaman ruhumun bir köşesinde zaman kavramını yitirmeme sebep.
Gün batıyor, Mehlîka; amansız ve sebepsiz olaylar cümbüşüyle.
Yorumlar
Yorum Gönder