Sis Soğukluğu
Bir durak..
Bir kısım insanların hırıltılı sesleri ortalıkta gezinirken
bir kısım insanların ise durgun halleri bu mekanların vazgeçilmezleri arasında
bir mihenk taşı olarak görülmesi de bu yolun en güzel yanı. Vücuduma iğne gibi
batan sis soğukluğunun en girdap zamanına denk getirecek bir yolculuğa
koyulurken göz kapaklarını aralayarak bakan gözler görür oldum.
Yanılsamalarımın arttığını hissederken karanlıklar içerisinden belirerek ortaya
çıkan ve yanıbaşımda varlık bulan suretler ile karşı karşıya kalıyordum. Tozlanmış
bir camdan izleyerek çıktığım onca yolculuklarda kendime sorduğum birkaç soru
ile karşı karşıya kalırken zihnimi cevapsız kalacak sorular için daha fazla
yormamak adına gürültülü ortamlar arar olmuştum.
Sarp soğukların kol gezdiği demir yığınları insanların en çok rağbet ettiği mekanlar olduğunu şimdilerde daha iyi anlar oldum. Ruhların varılmaz diyarlarda koşturduğu vakitler, bir bir erirken geceler gözlerimin önünde, Köhne yanan bir ışığın altında bakınır durur gözlerim, Nereden gelip nereye gittiğini bilmeden savrulan bedenlerin bunca hengame içerisinde anlamlar savurmasına bakar durur oldum. Ruha binen ağır yüklerin günden güne arttığı şu diyarda, İnsanın kendinden geçip, ötelere savrulmalarına şahitlik ederken, Hep bir his arar oldum çevremde, Bazen kulaklarıma seslenen bu sesin, kimi vakit yüreğime doğru geldiğini hissederken bulurum kendimi. Düşüncelerin, hislerin ve umutların kaybolduğu şu gökyüzü altında ne de çok çırpınışlar sergiledim. Çırpınışlarımın sonuçsuz kaldığı her vakit, manaların birer birer anlamını yitirdiğini hep karşı koyulmaz bir umutla karşıladı şu biçare ruhum. Ruhumun derinliklerinde esen kar soğuğunun engin beyazlıklarına hasret duyarım, güneşin ısıtamadığı bedenimi düşünmeye bile vaktim kalmaz. Suratıma vuran ışıkların hepsine sırtımı döner ve yüreğimde bir ateşin varlığına kıvılcım olmanın çabası ne müthiş bir şey. Güneş tepelerin ardından yükselirken ruhumun merhamet duyacağı onca gayenin üzerine beyaz bir örtü serilmesine dargın olurken dargınlığımın bile beni yalnız bırakmasını garipsemiyorum. Beyazın en keskin olduğu zaman dilimleri ruhun ışık görmez taraflarında öylesine kuvvet bulurken kendime olan merhametsizliği sevmeye başlıyorum. Bilincimi delip geçen gözler görürüm bu eşsiz mavi gökyüzünde. Soğuğa aldırmaz yüreğim izler durur gökyüzünü. Görür müydü beni gibi çocukça bir beklentiye girerken sorgulamaların anlamını yitirdiği güzellikler girmeli benliğime. En sert kayalıkların zirvesinde en sert soğukluğu barındıran beyaz çiçekler yetişir. Mücadelesi sadece kendine değildir. Kısacık ömrümde hem en sert soğukluğa bir meydan okuması hem yaşadığı köklerin kendi içerisinde ona karşı duyduğu merhametsiz saldırıları hem de tüm güzelliklerini örten bunca sevgisizliğe boyun eğmek istememesi onu diğer çiçeklerden daha fazla yormaktadır. Güzellikleri örten bunca ruhsuz güçlere karşı görünmez bir savaşa girdiğini anlaması geç olmuştur. Bedeninin gitgide zayıfladığı ve birbir yapraklarını kaybettiği görmesi onu çaresiz bir girdaba sevk etmiştir. Ruhum bunca savaşı verirken canlı kalmanın ne denli önemli ne de gayesiz bir varolmanın çabasıdır. Sadece bedenin canlılık adına sürdürdüğü göğüs kafesinin yükselip alçalması hareketinden farksız. Hem de öyle ki sadece varolmanın nefes almaktan ibaret olduğunu görür insan çoğu zaman. Yollarını bilmediğim, havasını solumadığım, evlerin bir köşelerinin derin çatlaklar barındırdığı bu diyarlar aklımı ve ruhumu derin matemler duymak için yetmişti. Zihnimin yetişemediği, kalp atışlarımın ritmik olarak atmadığı zamanlar gibiydi bu karanlık yollarda, taşların yüzlerinde barınan soğukluğu hissedişlerim. Nereye gitmekte olduğunu hiç düşünmeden, halsiz bedenimi zorluyordum. Ne vakit yokuş çıkarken bulsam kendimi hep bir umut dağına tırmanır bilirim. Amansız, güçsüz ve hissiz. Gökyüzünün ışıksız kaldığı, yeryüzünün garip matemlere büründüğü bu saatlerde, ruhumu okşarcasına yağan yağmurun kollarına bırakmak istiyorum benliğimi. Suya hasret yaşayan çöl bitkisi gibi çok bekledim böylesini.
Tren garı..
İnsanların
anlamsız bakışları arasında gelenleri karşılayacak bir vaziyette kenar bir
koltukta otururken sağ yanı başımda bir amca başını göğsüne yaslamış bir
vaziyette tekerlekli sandalyede uyukluyor. Bir müddet onu izlemeye koyuluyorum.
Bir an gözlerimin içine bakan küçük bir arkadaşın bakışlarına şahit oluyorum.
Küçük arkadaşım dediğime bakmayın kendisi konuşamaz ama hisseder, bazen
tüylerini temizleme amacıyla iç güdüsel hareketler yapar. Küçük arkadaşım havuç
aslında o. İsmi o değildir çünkü kimse önemsememiştir varlığını. Her gün
onlarca konuşan arasında değildir çünkü kimse önemsememiştir varlığını. Her gün
onlarca konuşan arasında anlaşılması için bir çaba görmemiştir belki de. Küçük
arkadaşım yer bulmakta zorlanmış olmalı ki köşede kendi kendine yetmeye
çalışan, uykusunun en tatlı kısmında şuan belki de, ara ara derin nefesleri de
dışarıda yankılanan bu yaşlı adamın yanı başında durmuştu. O konuşamasa da hal
ve tavırları çok şey anlatıyordu. Koltukların üzerinde uzanan yaşlı bedenlerin
derin derin solumaları bekleme odasında hapsolmuş, yankılanmaktan başka bir
yolu kalmamıştı. Ben de beni görmeyen göze, konuşmayan dile, duymak istemeyen
onca kulağa kendimi kapattım. Duymak istediklerinde olmayacağım bir gerçeklik
görecekler o biçare zihinlerinde.
Yorumlar
Yorum Gönder