Zaman Salıncağı
Bir küçük serzenişti serçenin mücadelesi, duymak için
dinlemek gerekti. Olmadı serçe tüm korkusu ile bizi baş başa bıraktı. Sonrası
uzun bir koridor boyunca uzanan karanlığa açılan kapı.
En nihayetinde insan, arzu ettiği her bir şeyi bırakması gerektiğini öğrenir,
bazen bu bir yol olur bazen de bir ev.. Öğrenmenin verdiği acıyı hissedebilir
mi bu şehir veyahut solmuş bir yüz. Ne aradığını bilmeden, soğukların
çöreklendiği banklarda; gözleri kan çanağına dönen suretimde belirsizliklerin
ve anlamsızlıkların çukurları gitgide derinleşiyordu. Dayan diye bir söz işitir
oluyorum gerilerden. Sormaz mısın ey
biçâre: insan için dayanmak nasıl bir olgudur? Elle tutabilir miyim onu, yoksa
uzaklarda yanan bir mumun ateşi gibi faydasız mı bu yanılmalarım?
Sözler dediğim şeylerin tesiri gitgide anlamını yitirirken, elveda diyemiyorum
onca sevgiliye. Kaygısız vakit geçirmek için uğradığım bu durakların kaygısını
da aldım omuzlarıma. Sonrası ruhu kamburlaşmış bir siluet. Ve zaman ellerimde
eriyen buz parçası gibi zihnime yol almakta. Hissedilir sanıyorum ve
yanılıyorum yine. Az değildir bunca hengame, kasvetli onca suret bu aciz ruhuma.
Bazı vakitlerde zamanın anlamına dair bir belirti göremez insan. Onun için bir
boşluk her daim var olur. O boşluk öyle bir boşluktur ki içerisine her şeyi
çeker, alır ve yok eder geride vermez. Karadelik misalidir zaman. Sonsuz gibi
görünen karanlık bir yol. Aydınlatmak adına hissettiğin, yapmaya çalıştığın
şeylere bizler farklı kelimelerle kumaş biçmeye cüret etmişiz. Ve ardından hep
bir hüsran olmuş sonumuz. Söyler misin Şair! Bunca anlamlı dediğimiz şeyler
nerede saklanmakta. Neden ortaya çıkmazlar? Neden duymazlar sesimizi? Kim bilir
belki de hiç var olmadı onlar. Sadece kuru bir sözdür benimkisi bilirim.
Nedenler içinde kalmak gibi derdim de yok derim ama nasıl olur da o girdaba
girmekten kendimi alıkoyamam.
Bizler lambaların bazen kırıldığını ve yanmadığına, sokakların her vakit
karanlığa bürünmediğini söyleyebiliriz fakat o karanlıkta bir kez kalmış biri
için bu hiç de kolay olmamıştır. Aslında o karanlık anında bütün gerçekler
sönmüş, anlamlı olan şeylerin birer birer anlamını yitirdiğini görmüştür artık.
Sonrasında yanan lambanın ona güven veyahut umut olması onun bir adım
sonrasında tekrar onu karanlığa terk edecek anlamına gelebileceği gibi mana
veremediği onca şeyin girdabına terk eder. Sokaklar aydınlık olsun lakin o
sokakta bir vakit çocukça atan yüreğin,
o sokaktan geçerken karanlığa boğulması, ağlamaya çalışmak isteyip de
ağlayamamasını ben sığdırmış değilim şu zihnime.
Çoğu zaman bizler sonsuz gibi görünen çöllerde vaha umuduyla dört bir yana savruluruz ve en sonunda onun hasretiyle
ölürüz, o sonsuz umut çölünde. Peki sonrası, bazılarımız için anlamlı
bazılarımız için ise anlamsız bir hiç.
Küçük veya büyük bir hiç..
Şair; zaman çarkında ezilmekten kurtulamayacağım, düşüncelerimin ve hislerimin
o çarktan sağ çıkar mı soruları içinde kıvrılıp dönmekten kurtulur muyum? belki
de pek mümkün değil. Ama olsun diyorum. Biliyorum bir hiç için de pek anlam ifade etmiyor bunca şeyler. Zamanın
dişli çarkları arasında anlamlı dediğimiz şeyler var elbet. Ümit edelim ki
zaman çarkı merhametsiz olmasın şu aciz zihinlere ve yüreklere.
Zaman; içerisinde komedi ve dramın olduğu bir tiyatro sahnesi edasınca davranır
ve o öyle zehirli bir sahnedir ki, perde kapanırken tüm oyuncularını
öldürmekten en küçük bir tereddüt duymaz. Öldürür ve ardı sırasınca yüksek
kahkahasını da eksik etmez üzerlerinden.
Bazen bazı şeylerin tesirinin zamanla kaybolmasından öylesine şiddetli
çekiniyorum ki bir vakit yazmanın, düşünmenin, anlatmanın anlaşılmanın manasını yitirildiği
bir vaktin veyahut bu yetilerin bir şekilde yok olduğunu düşünmenin olayı bir
de kendi nazarınızda bunun anlaşılmaz sancısı oldu mu hiç sizde?
Bunu yaparken insan, anlaşılma ve anlatmanın girift aydınlığı içerisinde ne
kadar da görünür olur, bu da ayrı bir muamma.
Anlamak ve anlaşılmanın manasını yitirdiği bir yerde ve zamanda, yazmanın ve
düşünmenin veyahut bunca anlamlı gibi görünün anlamsızlıklar içinde devinip
durmanın bilmecesi de neyin nesi şair? Anlatabilir misin peki şimdi bunca şeyi?
Ve en önemlisi de anlamlı görünen bunca şeyin içinde anlam bulamayış, karamsar
bir fikrin ürünü değil şair. Kara bulutların altında merhamet bulmayı ummak,
günah olmamalı. Ruhumu evirip çeviren manasızlık çöl fırtınasına birçok kez
meydan okudum ya da ben öyle sandım. Ama en sonunda yenildim ve yenilmem beni
öylesine değil gerçek manada gerçekliği görmeme sebep oldu.
Yazı; ruhumu arındıran öylesine safiyane bir haykırış ki kimselerin duymasına
ihtiyaç duymuyorum. Kendimi böylesine bir yerde daha anlamlı bulmak zorundayım.
Çoğu şeyden koşarak kaçıp anlaşılmamanın kucağına sığınmalıyım. Çoğu kez buz
diyarına göç etmenin hikmetini göremeyen onca şeye karşı bu soğuk diyar benim
en sıcak yuvam. Bahçesinde soğuk rüzgarların estiği ve hiçbir şeyin yetişmediği
bazen korkutmuyor da değil hani. Vahşi onca yaratığın ortasındayım. Buz
diyarına göç; ruhumun merhametsizliğine bir anne kucağı gibi şefkat besliyor.
Ah! yok mu güneşin çelimsiz aydınlığı, Gücü anca benim buz diyarına yetiyor. Her şey
bir bir yok oluyor kendi diyarımda. Kimi zaman güneşi sıvamak gibi anlamsız bir
çabaya sevk edilmiş buluyorum kendimi.
Güzellikler korkutur beni, ruhum al aşağı bir düzensizlikle düzen bulmaya
çalışırken onca uzanan el görürüm yanı başımda. Öylesine eller ki onlar,
merhametli bir düşüncenin buna el vermeyeceğini düşünürüm hep. Hep öyle oldu
benim dünyamda. Her şey düzensiz bir gizemlilik barındırır benim gözümde. Onun
için bu kadar güzel olan şeyler hem korkutur hem de bir umut ışığı belirmesine
imkan verir. Mana ve düş aleminin uç diyarlarında gezinen ruhların daha anlamlı
yaşadığı bir dünyayı görmeyi ve hatta biraz ileri giderek onların ruhlarında
ikinci bir ruh olarak eşlik etmek isterdim.
Günlerin; şu etten, kemikten çoraklaşmış toprak bedenim
üzerinde, topuklarıyla zihnimi ezerken; anladım ki ne vahşi bir canavarın
hayatımda benden habersiz ilerlediğini ve beni en metruk binalara terk ettiğini
hiç bilmedim. Ayların ve yılların geçişini bir kelebeği izler gibi izledim.
Çırpınmaların, ağlamaların gülmelere ait hiçbir iz de bulamadım. Artık beyaza
dönmüş saçlar daha bir hüzünlü geliyor şimdilerde. Kızgın bir ruh hali sarıyor
zihnimi. Ne yapacağını bilmeyen bir varlık gibiyim bu cüce evrende. Koşuşturmalar
gücümü tüketirken kendime dönüp bakmayı deniyorum. Olmuyor, yapamıyorum. İzin
vermiyor gözlerim. Nasıl direnebilirsin ki bu savaşa, hep bir kaybedişler var
senin ruhunda? Kazanma arzusu olmayan bir asker, her savaşta yenilir,
yenilmeler de yetmez artık. İşgal edilmiş bir ruha sahiptir artık. Özgürlüğü
alınmış, vatansız kalmıştır. Kim suçlu? Kim güçlü diye sorular yükselir, cevap
bulmak namına. Sesler usulca azalmaktadır şimdi, işgal edilmiştir artık bu
topraklar. Benliğini kaybetmemek adına mücadelesi de kalmaz bu saf çocuğun. Ne
için doğdum? sorusuna akıl yoluyla bir cevap bulmak ister bu yaşlanmış ruhlar.
Zaman; ağızlarda acı bir tat bırakmasını çok iyi bilmiştir. Ve bazen bazı
sorular için cevabın çok ötede olmadığını bilmeyişin verdiği savurganlıkla
soruların da anlamını yitirdiğini görür bu suretler.
Cevabın pek bir hikmeti kalmamıştır. Kulaklara çalınan
anlamsız sözler gibidir. Duymadan, düşünemez insan. Görmeler yetmez çoğu zaman.
Görmeden de hissetmeyi arzu eder şu kof zihnim, her şeyle beraber hiç olan şu
zaman salıncağında.
Yorumlar
Yorum Gönder