Kendiliğin Verdiği Anlamlı Tutsaklık
Gecenin zamansız bir bölümünde, aklının bir köşesinde
tanımlayamadığın onca şey vardır. Mana veremez sessizce beklersin. Bir
gürültüdür kopar, yıkar, toz eder ruhunu. Debdebe içerisinde geçen hayatın
içinde sessizce yaşamak istersin ama vakit geçtir. Tiyatronun son perdesidir.
Zihinler isli bir yoldur. Çıkmaz onca sokak barındırır. Bu şehirde bir şeyler,
olması gerektiği gibi olmaz. Kanunları vardır buraların. Puslu gözlerle
ilerlerken bu yolda, kimseleri göremedim yanımda, en kötüsü de zihnimde. Hepsi
birden terk etmişti.
Bahar yerini canlı renklerden soğuk renklere bırakıyordu. Ruhumun
grileşmiş dünyasını kahverengi nesneler kaplıyordu. Engel olamazdım. Sevmiştim
onları, en azından bu haldeyken.
Pörsümüş onca şey var ki; varlığa meydan okurcasına bir
tavırla savurmak istiyorum sözlerimi üzerlerine. İçerisinde samimi bir
gülüşün veyahut manasız bir suretin
varlığı da ağır geliyor renkli çerçevelere. Pek bir kıymet de barındırmıyor
sanki bunca gayret ve çaba. Ne için bunca hengâme diye sormadan kendimi
alıkoyamıyorum. Yağmurun altında kalan onca beden ve suya yansıyan sayısız
siluetleri, cadde boyunca akan suyu çamura bulandırmış ayaklar ve ruhuma kasvetli bir
hava çökmesine sebep olan bu gökyüzü eşliğinde yol alıyorum.
Yağmur şiddetini her geçen vakit arttırıyordu. Ruhuma garip
garip sancılar girmeye başladığını hissediyorum. Hasta olmuş bir beden de, ruh
da hasta oluyordu. Beden gibi tedavisi de öyle kolay olmuyordu. Şifa bulurum
umuduyla en izbe sokaklarda, ışıksız vaziyette tabip arıyordum. Aradığım şeyi
bulamayacağımı da biliyorum. Bu saatte ne işleri vardı burada? Hangi tabip bu
ruha sahip birine şifa bulabilirdi? Bu sorular ile acının verdiği bir baygınlık
gelip çatmıştı. Hissizleşmek istiyordum. Dayanmak pek de akıl kârı gibi
görünmüyordu. Bedenim bir köşe bulup sığınmak istiyor.
Üşüyorum...
Zihnim viraneye dönmüş evden farksız, sokaklarında tenha
sessizlik baş gösterir. Kendimi bulabilmek istiyorum, soruyorum tanıyanınız var
mıdır bu biçareyi. Yol alıyorum, gözlerime çarpan onca anlamsız görüntülere
rağmen gözlerime cesaret etmesini söylüyorum. Görmelisin gerçekleri tüm
çıplaklığıyla. Sığınmamalısın zihnim yalanlara. Kendine söylediğin gerçek
zannettiğin onca yalanın bedenini kavuran ateşten farksız olduğunu bilmeli ve
görmelisin. Yol boyunca gözlerim takılı kalıyor kaldırımlara. Işıkları yanan
birkaç dükkân var. Yaşlı bir kadın ve çocuklu bir adam. Birbirlerine üstünkörü
bakarak yollarına devam ediyorlar. O esnada bir şeyler mırıldanarak yanıma
yaklaşan amca yanımdan öylece geçiyor. Bir an bana seslendiğini sanmıştım.
Bazen böyle şeyleri çokça yaşıyorum. İlk başta anlamsız gibi geliyor sonrasında
alışıyorum.
Buğulu gökyüzü başımı döndürüyor. Gözlerimi gerisin geri
aralıyorum. Ay, ışığını gizliyor sanıyorum ama yanılıyorum. Böylesi eksik
olmuyor. Hep bir yanılmalar ve yanılsamalar girdabında buluyorum kendimi.
İnsanın bir vakit usulca bir yerde, kendini dinlemeye koyulduğunda
anlıyor yaşamının ne kadar da manasız ve anlamsız geçtiğini, bugüne değin heybesini
ne ile doldurduğunu düşünmemiştir hiç. Kulaklarına her gün yok oluş sirenleri
çalınırken kulaklarını kapatmayı yeğlemiştir. Kaçınılmaz sonu düşünmek bile
istememiştir. Ağır bir yüktür bu çünkü. Taşınması nasıl beklenilir bu yükün bu
biçareden. Bir taraftan bir kişinin hayat kitabının kapakları kapanırken siz
başka bir hayatın kapaklarını aralama arzusundasınızdır.
Ve bazı ruhlar vardır; anlamanın, anlatmanın ve anlaşılmanın ötesinde bir seziyle yaşarlar bu evrende. Az ve öz bir yaşamın ruhları hafiflettiğini önceden biliyorlardır. Onun için ruhları diğer ruhlar gibi pas tutmaz, öylece var olmayı seçmişlerdir bunca cansız ruhlar içinde. Öylece bir sessizlikte yaşayıp, anlamlı bir yolu seçerler ve mana alemine olan hasretlerinin bir vakit son bulmasını arzu eder. Vuslat vaktini beklerken; ruhların beklemeye tahammülü olmadığını da en iyi bilen onlardır.
Yorumlar
Yorum Gönder