Mânâ ve Sîmâ

Bu bendeki hal nedir bilmem, zihnimde bir yığın düşünceyle nereye gittiğimin de pek bir öneme layık olmadığını görmekteyim. Günün sancılı zamanları hiç de azımsanacak kadar değil. Bir çırpınış içerisinde dönüp dolanıyorum. Anlamlı veya anlamsız bir çok şeye artık yabancıyım. Kim bilir belki de yabancılaştım. 

Şehrin en ücra köşesinde bulunan bir mezarlık, nasıl da ölüm hissini uzaklaştırıyor şu biçare zihnimden. Öyle bir vakit geliyor ki hislerimin bile öldüğüne şahit oluyorum. Oysa kimsesiz bırakmamalıydık onları. Onları hayatımızın merkezinde hep tutmalıydık. Neydi bizi bu denli korkutan şey? Zifiri karanlıkta barınan bir mahlûka bürünmeyi göze almış ve hepten kendi karanlıklarımıza gömülmüştük. Kendi sessizliğimizi tüketmiştik artık. Dışarı dediğimiz şeylere garip bir merak duygusuyla ilgi gösteriyorduk. Gözlerimi açtığım her bir gün yorgunluğa kulaç atarken diğer taraftan tarifi zor olan bir mücadele nimetiyle rızıklanıyorum adeta.

Gözlerimin önünde beliren onca suretleri bir bir sezimlerken, ne gariptir ki onlara ait olmayan bir güzellikleriyle karşılaşıyorum. Güzel anlayışımı her vakit gözden geçirmek istiyorum. Mânâların ve sîmâ’nın ötesi olan bir güzellikle müjdelenmek çok da uzak değil aslında.

Gecenin o eşsiz güzelliği altında insanın kendini dinlemesi diyorum, ne de güzel bir şey. Dünyanın ışıklı diyarlarından bir süreliğine göç etmek ve bu göç meşgalesi içerisinde kendini bulmak ne de güzel bir nimet. İrili ufaklı taşlarla döşeli bir yol ve üzerinde hınca hınç insancıklar. Nereye gitmekte olduklarını, kim olduklarını unutmuş bir güruh anlamsız bir bütünlük içerisinde çırpınmakta. Her birinin asık suratlarında sahte bir tebessüm tezahür ediyor. Suretlerinin en tenha yerlerinde bin bir parçaya bölünmüş duygu kırıntıları ile hayat sürmekten mutluymuş gibi görünmeyi de başarıyorlar. Zihinlerinin en katı yerlerinde var ettiği onca şeyin ne kadar da manasız olduğunu bilmesi insanı, derin bir mahzun hali ve mahcup duygusundan kurtarmaya yetmiyor. Manasızlığı ile anlam arayışı içerisinde olması, varlık olgusunu kimi zaman yerle bir edişi; kimi vakit enkazı olan benliğinin en izbe köşesinde var olmaya çalışması, kendi içerisinde anlamlandıramadığı bir çırpınışın mücadelesi oysa. 

Her giden bir günün ardından usulca yarını iple çeken bir çocuk masumluğunda oluşum belki de beni oyalamaya yetiyor. Varlığımın anlam arayışında kimi vakit manasızlığımla karşı karşıya gelsem de o vakit içerisinde bulunduğum mekandan sıyrılarak kurtulmayı başarıyorum. 

Ve gün bitiyor, güneş artık evine dönmeye hazırlanıyor ve ruhum usulca kendi kabuğuna çekiliyor. Gecenin en sessiz vakitlerine doğru yola koyulmalıydım. Ruhumda tezahür edecek onca duygu ve düşünceye geç kalmayı göze alamıyor ve usulca gayretimi arttırıyordum. 

Bir garip düşünce ile varlığımı sürdürürken; yabancısı olduğum bu kainata, yalnız veda edeceğim düşüncesi çevrelerken ruhumu; binlerce anlamlı yahut anlamsız olan her şeyin geride kalacağını bilmek huzur denen şeyin temel taşı niteliğinde adeta. 
Bir ömür hasret yaşıyoruz kendimize; tükenip giderken hep bir pişmanlık duygusuyla baş başa kalıyoruz. Onlarca hayatın tecrübesi barınırken zihnimizde, hep bir pişmanlıkla yaşıyoruz. Hep bir bilmeyiş mesaisiyle kıvranıp duruyoruz, sessizce ve usulca.

Yorumlar

Popüler Yayınlar