Mizaç
Bedenimi üşüten rüzgar yığınları ile birlikteliğim güzeldi. Sevmiştim sert mizacını, kendine has bir anlatımı da barındırıyordu.
Kendisiyle oturup sohbet edebilme muradına ulaşmak için epey bir mücadele ortaya koymuştum. Sorular ve mana üzerine düşünceler hücum ederken çelimsiz zihnime, nereye kadar savunabilirdim ki muhafazası zor fikirlerimi. Mana veremediğim bakışlarım bir vakit sığlaşırken varlığımın oluşum sürecine şahit olduğum vakitler de pek çok hayatımda.
Mısır ekili tarlalar boyluca uzanırken güneş usulca süzülürken ufuk çizgisine, gözlerimden derin bir uykunun silüeti de henüz kaybolmamıştı. Çınar ağacının gölgesinde var olmuş bir şövalye misali, görmediğim onca şeye karşı savunmasız bir vaziyette savaş açmak çok da anlamlı olmazdı sanırım.
Gözlerim bir vakit toprak yığınlarına takılı kaldı. Hüzünlendim doğrusu. Bir vakit gelecek şu meczup bedenim o yığınların altında kalacaktı. Bu düşüncelerden kaçmayı denediğimde kendimi apansız yerde bulmuştum çoktan. Kaçamıyordum, bedenimin dermanı tükenmiş bir halde yığılıp kalmıştı, zamansız bir yerde.
Yeşiller içinde uğurladılar seni, sessizce ayrıldın,
Öyle sessizdin ki, küçücük yavruna bile dokunmadan, öpmeden, kokusunu ruhunun en derinlerinde hissedemeden ayrıldın. Bir vakit durdum, gerisin geri boğazım düğümlendi. Kendimi bilemez bir halde savruldum durdum.
Zihnimin en ücra köşesinde hep bir inançla bekledim. Gerçekliğinden şüphe ettiğim onca şeyin arasından bunun gerçekleşebileceğini hiç düşünmemiş ya da düşünememiştim. Bu manasız gerçekliğin sahte olmasını dilerken zamanın ansızın durması beni olduğumdan farklı bir hale bürünmeme yetmiş ve artmıştı da.
Ölüm, acı, kaybedilen bir gelecek, ruhları alaşağı eden umut ve düşler hep bir ağızdan kulakları sağır eden bir sese bürünüyordu. Gözlerimin sessiz bir bakış ile kalması, umutsuz halimi düpedüz yansıtan gerçekler arasındaydı oysa.
Öylesine durgun olan zamanın bir vaktinde kulaklarıma çalınan melodik bir çığlığa sahip çıkıyordum. Zamanımı biçimlendiren bu olgudan kendimi kurtarmak istemiyor ve her geçen vakit gitgide bağlanıyordum, bu manasızlığa, hem de kör düğüm olurcasına.
Toprak yığılı bu alanlar neden hep sessiz kalır. Bir şeyler duymak için çırpınırım ama ne yazık ki duyamam. Kulaklarıma çalınan bu sessizliğin, zihnimin ve kalbimin bir tarafında koyu bir zift misali kaldığını görür gibiyim. Her geçen vakit katılığını arttırırken acı duymayan bir zihin ve bir parça kalbe sahip olduğumu da biliyorum. Nasıl atacaktım bu ağır yükü, karanlığa çalınmış bu sureti ne vakit aydın kılacaktım? Gerçekten bilmiyorum, öylece susuyor ve zamanın beni öldürmesine şahit oluyordum.
Bir vakit tüm umutlarımın yerle bir oluşuna şahit olurken son bir güçle kalemime sarılıyorum. Umutlarımı yeniden ayağa kaldırabilir miyim düşüncesi, kalbimin küçük bir serçe kalbinden farksız olduğuna inandırıyordu beni.
Bu dünyaya geldim lakin bunu istedim mi onu da bilmiyorum doğrusu. Bir girdap içerisindeyken nasıl düşünebilirim ki masumiyeti.
Yorumlar
Yorum Gönder